6-7 Eylül günleri, ulusal tarihimiz için de bizim ailemiz için de, hatırlandığında gözlerin daldığı, nefeslerin daraldığı, dudakların ısırıldığı günler...
*
Demokrat Parti iktidardaydı... Devletin “radyo ajansı” o gün 13.00 haberlerinde “Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığını” duyurdu...
Akşam saatlerinde Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin evlerine ve işyerlerine saldırılar başladı...
Mağazaların vitrinleri kırılıyor, kumaşlar yollara saçılıyor, kasalar yağmalanıyor, evlere girilerek değerli ne varsa talan ediliyordu...
Caddeler yerlerde uçuşan kumaşlardan geçilmez olmuştu...
Azınlıklar panik içinde sağa sola koşuştururken, öldürülenler ve yaralananlar vardı...
Kiliseler, mezarlıklar dahi talan ediliyordu...
Beyoğlu’nda bir binanın ikinci katında Andree’nin babası mimar olarak çizim yaparken kapıyı kırarak içeri girenler tarafından arkadaşlarıyla camdan aşağı atıldı...
Kırılan ve sakat kalan eli yüzünden mimarlık hayatı bitmişti...
Sonraki yıllarda çocuklarını alarak Ankara’ya taşındı, elçilikte çalıştığı günlerde bizim kader çizgilerimiz kesişmişti...
Her şeye rağmen Türkiye’yi deli gibi seven, asla toz kondurmayan o yakışıklı adamı biraz utanç, biraz gıpta ile izlerdim...
Sonradan...
“Atatürk’ün evinin Rumlar tarafından bombalandığının” yalan olduğu ortaya çıktı...
Demokrat Parti ekonomide sıkışmıştı...
Dış politikası çökmüş, içeride itibar kalmamış, gitme korkusu sarmıştı yönetimi...
Toplumdaki tepkiler ise giderek artıyordu...
Olayları bahane ederek başta Aziz Nesin, Kemal Tahir gibi muhalifler olmak üzere, susturmak istediklerini “6-7 Eylül olaylarının sorumlusu” diye tutukladılar...
Suçlananlar arasında olaylardan çok önce ölmüş dört rahmetli de vardı...
Neyi çağrıştırdı sizde?..
Aynen...
*
Hiç değişmiyorsun kanlı el...
Patlayan bombaların, kirli oyunların, yalan tezgâhların, eli palalı yandaşların, sana hâlâ inanan ve peşine takılan gelişmemiş yığınların ile yine oradasın...
Her eylül başı bizler utanırız...